Saatine baktı. Tekrar çantasını karıştırdı. Bir paket çikolata çıkardı ve bir ıssırık aldı. İlk defa içinde deniz olan bir şehirde yaşayacaktı. Ve ne şans ki sahil evine birkaç dakika yürüyüş mesafesindeydi. Bu şehri daha ilk gördüğü anda sevmişti. Ataması çıktığında babası ile ev bakmaya gelmişleri. Kendi yaşadığı o küçük, mazbut şehirden sonra, devasa bir metropol gibi gelmişti burası gözüne. Ancak bu onu korkutmamış, aksine heyecanlandırmıştı. Tuttukları ev, şehrin büyüklüğünün aksine, küçük, iki odalı, kendi halinde bir apartman dairesiydi. İlk kez bir evi olacaktı. O geceyi babasıyla beraber otelde geçirmişlerdi. Ertesi gün alışverişe çıkıp evi için gerekli eşyaları almıştı. Oturma odası için, çiçekli bir kanepe seçmişti. Kanepenin yanındaki duvara, ahşap bir kitaplık ve önünede yuvarlak bir masa koymuştu. Masanın üzerine annesinin çeyizi için ördüğü dantel örtüyü sermişti. Annesini ikna etmek mümkün olmayınca, Sema evden ayrılmadan önceki gece, gizlice çeyizlerinin bulunduğu gömme dolabın içinden alıp, valizinin en altına yerleştirmişti. Bu, hayatında yaptığı tek hırsızlıktı ve annesinin farkettiğinde çok kızacağını bildiği halde, suçluluk duymuyordu. Yaşıtlarının aksine, dantelleri, çiçekli porselenleri, elişi eşyaları seven, zarif bir kızdı Sema. Koyu kahverengi gözlerinde hep bir keder barındırır, yaşıtlarının hiçbirzaman sahip olamadığı bir olgunlukla davranırdı. Ailesinin tek çocuğuydu Sema. Anne ve babası, uzun yıllar çocuk sahibi olamamışlardı. Artık orta yaşlarını sürdürdükleri bir zamanda, Sema hayatlarına girmiş ve onların en kıymetli varlıkları olmuştu. Hep korunaklı yaşamış, kendi ayakları üzerinde durmasına izin verilmemişti. Hatta üniversiteyi kazandığında bile, anne ve babası Sema'yı yalnız bırakmayıp, yanına taşınmışlardı. Ancak yakın zaman önce, annesine göğüs kanseri teşhisi konmuştu. Doktoru dağ havası önerdiğinden, onlarda şehrin dışında, dağlık bir yere yerleşmişlerdi. Etrafı ormanlık, şirin ve bol oksijenli bir yerdi. Annesi kısa bir süre önce iyileşmiş, ancak artık Sema'nın peşinden koşmaktan vazgeçmişti. Bu hastalık süresince, insanoğlunun acizliğini görmüş, teslimiyetçi olmuştu. İnsanın iradesi vardı evet, ancak kader denilen birşey de vardı ve zamanı geldikçe, yaşanılacak herşeyi sırasıyla sahneye çıkarıyordu. Boşuna hayatla mücadele edip, didişiyordu insan. Ne yaparsan yap olacakların önüne geçemiyordun. Hayatla mücedele etmek yerine, uyum içinde olmayı seçmişti o da. Hayatın karşısına çıkardığı iyi, kötü, herşeyi, sabır ve tevekkülle kabul ediyordu. Sema için, tek başına uçmanın zamanı gelmişti. Gündüzleri öğretmenlik yaptığı okula gidiyor, akşamları ise genellikle, üst kat komşusunun, kendi yaşlarındaki kızı ile vakit geçiriryordu. Derya adında sıcak, neşeli bir kızdı ve ilk günden misafirperverliğini göstermişti. Hergün arayıp soruyor, elinden geldiğince yardımcı olmaya çalışıyordu. Hatta evi tuttuktan sonraki ilk hafta sonu, ikinci el eşya satan mağazalara götürmüş ve Sema'nın aldığı buzdolabını, babasına rica ederek pikaplarıyla getirtmişti. Bugünde burada Derya ile buluşacaklardı. Birgün önce Derya kapısını çalmış, ertesi akşam arkadaşları ile canlı müzik dinlemeye gideceklerini söylemiş ve onuda davet etmişti. Sema pek istemesede, kendisine karşı hep nazik davranan arkadaşını geri çevirmeyip, kabul etmişti. Derya işten çıkmış olmalıydı. Gidecekleri yer, sahil yolunda olduğundan, burada buluşmaya karar vermişlerdi. Telefonu çaldı. Arayan Derya idi. İşyerinde işi uzamıştı ve biraz geç kalacaktı. Sema'ya gidecekleri mekanın yerini tarif etmiş, kendisini orada beklemesini söylemişti. Sema canı sıkılmış halde oturduğu banktan kalktı. İskeleden ayrılıp, sahil yoluna doğru döndü.
*********************************************
Mahmut, sahile indiğinde oldukça huzursuzdu. Az önce, arkadaşlarıyla beraber yaşadığı terkedilmiş binada kafaları çekerlerken, yaklaşan polis arabasını görmüşler, ve aynı anda sıvışmışlardı. Yakalanmamak için hepsi farklı yöne kaçtıklarından arkadaşlarını kaybetmişti. Ancak böyle zamanlarda tekrar buluştukları başka bir mekan daha vardı. Sahil yolunun sonunda, yıllar önce çıkan bir yangında, tüm ev halkının yaşamını kaybettiği, iki katlı, oldukça büyük bir yerdi. Camı kapısı olmadığından, sokak çocukları tarafından tercih edilen bir yer değildi. Mecbur kaldıkları zamanlarda, bir veya iki gün kalırlar, sonra yine kendi yaşadıkları yerlere geri dönerlerdi.
Bugün soymaya çalıştıkları bir kadının yaralanmasına sebep olmuşlardı. Kadın çantasını kaptırmamak için direnmiş, Mahmut'ta bıçakla kadını korkutmak isterken, bıçak biranda kadının kasığına saplanmıştı. O halde koşarak kaçmışlardı. Polisler bunun için gelmiş olmalıydılar. Hızlı adımlarla yürüyordu. Kolunda bir ıslaklık hissetti. Baktı.. kanıyordu. Kaçarken bir yere sürtüp yaralamış olmalıydı. Üzerinde durmadı. İçinde hissettiği yaraların acısını azaltıyordu fiziksel yaralar. 16 yaşındaydı Mahmut ve yedi yıldır sokaklarda yaşıyordu. Mahmut dokuz yaşındayken, babası girdiği bir kıskançlık krizi sonrası annesini bıçaklamış ve ölümüne neden olmuştu. Babası hapse girince, Mahmutu amcası yanına almıştı. Ancak bir süre sonra, yengesi bakmak istememiş, ve Mahmut giderek evden uzaklaşarak, sonunda evi tamamen terketmişti. Uzaktan polis arabasının ışıklarını gördü Mahmut. Tam kaçmaya hazırlanıyordu ki geç kalmıştı. Polisin teslim ol çağrısını duydu. Az ilerde, eğlence mekanları bulunuyordu. Oraya kadar koşarsa, kalabalıkta izini kaybettireceğini düşündü Mahmut. Koşmaya başladı. Arkadan bir el ateş sesi duydu.
**************************************************
Sema gideceği mekana yaklaşmıştı. İlerde ışıklı tabelası görünüyordu. Annesi bu saatte dışarıda olduğunu bilse, kadının yüreğine inerdi. Hava karardıktan sonra dışarı çıkmasına izin verilmemişti hiçbirzaman. Hatta çocukken arkadaşları akşamları dışarıda oynarken bile, o çıkamaz ve sobanın başında ödevlerini yaparak, birgün büyüyüp o evden gideceği günün hayallerini kurardı. Anne babasını sevmediğinden değildi. Çok severdi. Ama hiçbir sevgi, özgürlükten değerli değildi. İşte şimdi dışarıdaydı. O istemedikçe kimsenin ona zarar veremeyeceğini anlatamamıştı yıllarca anne babasına. Biranda göğsünün tam ortasında bir acı hissetti. Yer ayaklarının altından kaymış gibiydi ve yere yığıldı. Ne olduğunu anlamıyordu. Bir ses duymuştu; patlama sesi gibi bir ses. Çocukken, bir bayram sabahı, babasıyla gittikleri lunaparkta, dönme dolabın üstünde dönüyordu. Babası aşağıdaydı. Dönme dolap yükseldikçe, Sema kahkahalar atıyor, eğleniyordu. Ama sonra, yüreğinde bir korku hissetti. Babası iyice ufalmış, neredeyse görünmez olmuştu. Sonra birden kendini gördü Sema. Yerde yatıyordu. Göğsünün ortasında kan gibi kırmızı birşeyler vardı. İnsanlar toplanmıştı başına. Dönme dolap yükseldikçe yükseliyor, aşağısı bulanıklaşıyordu. Bulutların üzerine çıkarken, kulağında yalnız dönme dolaptaki kahkahaları vardı.
tesadüfler mi kader mi hayatı tanımlamaya yeter bilemiyorum ama çok güzel yazıyorsun işte bunu biliyorum.. kalemine de yüreğine de sağlık olsun
YanıtlaSilÇok teşekkürler.. Teveccüh gösterip okumuşsunuz. Sağlıcakla kalın
SilAslı gittikçe ustalaşmaya başladın :) ellerine sağlık...
YanıtlaSil:) Çok teşekkürler. Beğenileriniz onurdur benim için
YanıtlaSil